Ana içeriğe atla

Abdurrahim Karakoç - Çarpık Çağ






              Çarpık Çağ
Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık
'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.

Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.

Baylar çalım sattı, bayanlar etin
Ar duvarı çürük, darbeler çetin.
Modern putçuluğun, şirkin, zilletin
Kemale erdiği çağda yaşadık.

Bazen kör kilitler vuruldu dile
Bazen armağanlar kazandı hile
Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile
İtibar gördüğü çağda yaşadık.

Yabancısı olduk ilin, obanın
Müdür ekmeğini çaldı çobanın
Resmi dairede devlet babanın
İpe un serdiği çağda yaşadık.

Önümüz çileydi, arkamız cefa
Bir gün semtimize basmadı sefa
Mürşidin, müridin günde beş defa
Günaha girdiği çağda yaşadık.

Kimi hak adalet gördü düşünde
Kimi devlet kuşu buldu başında
Vatanseverlerin vatan dışında
Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.

Göz yumup izine düştük batı'nın
Tuttuk kuyruğundan haçlı atının
Pamuk yumağının, tüyün, tütünün
Nice baş yardığı çağda yaşadık.

Neler yıkmadık ki son olsun diye
Harcadık günleri gün olsun diye
Asker kaçağının şan olsun diye
Askeri vurduğu çağda yaşadık.

Dilendik, savurduk Doları, Markı
Döndükçe aşındı düzenin çarkı
Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü
İhtiras sardığı çağda yaşadık.

Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi
Kimi yalamakla doydu şişeyi
Kiminin ateşi, külü, maşayı
Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.

Kılavuzluk yaptı körü beylerin
Seçimde sağılan sürü, beylerin
Morgtaki ölüden diri beylerin
Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.

Atladık bir çağdan bir diğerine
Çıktık zirvelere, daldık derine
'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine
Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.

Biri yola çıkmaz dayı bulmadan
Biri balık avlar suyu bulmadan
Birinin haftayı, ay'ı bulmadan
Milyarlar derdiği çağda yaşadık.

Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah
Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah!
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.

Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'
Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa
Secdeye vardığı çağda yaşadık.

Görün hâlimizi biz insanların
Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde müslümanların
Müslüman kırdığı çağda yaşadık.
 Abdurrahim Karakoç

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sen ve Ben - Abdurrahim Karakoç

              Sen ve Ben Gün değil, hafta değil, ay değil Beş sene, on sene sonra gelsen de Bu canım durdukça tende İyi bil Beklediğim sensin. Bazen bir demet gül alırım elime Bazen ıhlamur çiçeği Her şeyin doğrusu ve gerçeği Kokladığım sensin. Cebimde mektubun olmayabilir Ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda Öğrenmek istersen eğer Gel, sevda iklimime gir Açılmamış gönül kasamda. Sakladığım sensin. Yağan yağmur duyar mı bilmem Topraktaki mutluluğu? Ve güneş vurunca topraktan yükselen buğu Doldursun diye Yerle gök arasındaki boşluğu En masum sevgiye Eklediğim sensin. Uykudayken, uyanıkken Uzakta ve yakında Sen olmasan da farkında Gidip gidip arada bir Yokladığım sensin. Gökçekimi (sh. 28)       Abdurrahim Karakoç

Hüseyin Nihal Atsız - Geri Gelen Mektup

                Geri Gelen Mektup           Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu. Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan, Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse... Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım. Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin! Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden, Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden... Hasret sana ey yirm...

Mehmet Emin Yurdakul - Anadolu

A N A D O L U Yürüyordum; Ağlıyordu ırmaklar; Yürüyordum; Düşüyordu yapraklar; Yürüyordum; Sararmıştı yaylalar; Yürüyordum; Ekilmişti tarlalar. Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; Derileri çatlak, bağrı kapkara, Sağ elinin nasırında bir yara.. Başında bir eski, püskü peştemal, Koltuğunda bir yamalı boş çuval.. Ne o bacı? – Ot yiyoruz, n’olacak.! Tarlan yok mu? – Ne öküz var, ne toprak. – Bu güne dek ırgat gibi didindim; – Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, Bundan sonra.. Kocan nerde? – Ben Dulum; – Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. Soyun sopun? – Onlar dahi hep yoksul.! – Ah Efendi, bize karşı İstanbul – Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? – Taşraların hayvanlık mı nasibi? Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın. Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkıyla Ocağının karşısında saadete eresin, Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkıyla Evladına südün gibi pak duygular veresin. Sen bir aziz yol...