Ana içeriğe atla

Sen ve Ben - Abdurrahim Karakoç

             


Sen ve Ben

Gün değil, hafta değil, ay değil
Beş sene, on sene sonra gelsen de
Bu canım durdukça tende
İyi bil
Beklediğim sensin.

Bazen bir demet gül alırım elime
Bazen ıhlamur çiçeği
Her şeyin doğrusu ve gerçeği
Kokladığım sensin.

Cebimde mektubun olmayabilir
Ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda
Öğrenmek istersen eğer
Gel, sevda iklimime gir
Açılmamış gönül kasamda.
Sakladığım sensin.

Yağan yağmur duyar mı bilmem
Topraktaki mutluluğu?
Ve güneş vurunca topraktan yükselen buğu
Doldursun diye
Yerle gök arasındaki boşluğu
En masum sevgiye
Eklediğim sensin.

Uykudayken, uyanıkken
Uzakta ve yakında
Sen olmasan da farkında
Gidip gidip arada bir
Yokladığım sensin.

Gökçekimi (sh. 28)
      Abdurrahim Karakoç

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hüseyin Nihal Atsız - Geri Gelen Mektup

                Geri Gelen Mektup           Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu. Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan, Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse... Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım. Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin! Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden, Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden... Hasret sana ey yirm...

Mehmet Emin Yurdakul - Anadolu

A N A D O L U Yürüyordum; Ağlıyordu ırmaklar; Yürüyordum; Düşüyordu yapraklar; Yürüyordum; Sararmıştı yaylalar; Yürüyordum; Ekilmişti tarlalar. Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; Derileri çatlak, bağrı kapkara, Sağ elinin nasırında bir yara.. Başında bir eski, püskü peştemal, Koltuğunda bir yamalı boş çuval.. Ne o bacı? – Ot yiyoruz, n’olacak.! Tarlan yok mu? – Ne öküz var, ne toprak. – Bu güne dek ırgat gibi didindim; – Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, Bundan sonra.. Kocan nerde? – Ben Dulum; – Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. Soyun sopun? – Onlar dahi hep yoksul.! – Ah Efendi, bize karşı İstanbul – Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? – Taşraların hayvanlık mı nasibi? Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın. Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkıyla Ocağının karşısında saadete eresin, Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkıyla Evladına südün gibi pak duygular veresin. Sen bir aziz yol...